YOLSUZLUK KANAYAN YARAMIZ
Abdullah ÇAVUŞ/Hile ve Suistimal Denetimleri Uzmanı
Yolsuzluk kavramı, son yıllarda ülkemizde kamuoyunun gündeminden hiç düşmemektedir. Yakın siyasi tarihimizde hemen hemen her hükümet döneminde yaşanan ve önlenemeyen yolsuzluklar sonucu, yolsuzlukla mücadeleye ve temelinde bu mücadeleyi yapacak olan devleti oluşturan kurumlara olan güvende önemli oranda zedelenmeler yaşanmaktadır.
Ülkemizde 1991 Genel seçimlerinin temel konusu yolsuzluklar olmuş, çok büyük yolsuzluk dosyalarından söz edilmiş ve bunun ardından kurulan 49. hükümette bir Devlet Bakanı “yolsuzluklarla mücadele”den sorumlu olarak görevlendirilmiştir. Ancak, bu bakanlık da daha sonraki hükümetler tarafından yolsuzlukla suçlanmıştır.
Geçmişte birçok örnekleri bulunmakla birlikte özellikle 57. hükümet döneminde, Bayındırlık ve İskan Bakanlığında yapılan “Vurgun Operasyonu”, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında yapılan “Beyaz Enerji Operasyonu” , hayali ihracatla ilgili olarak yapılan “Örümcek Ağı” ve bankacılık alanında yapılan “Kasırga” gibi operasyonların, yazılı ve görsel basında ayrıntılı olarak yer alması sonucu yolsuzluk kelimesi günlük yaşantımızda en çok karşılaşılan ve kullanılan kelime olmuştur.
Üstelik bu operasyonların sonucunda ilgili bakanlar da 57. hükümet döneminde görevlerinden istifaen ayrılmak zorunda kalmıştır.
Daha sonra da bu operasyonları yapan ekiplerin bağlı olduğu içişleri Bakanı Sadettin TANTAN bu bakanlıktan alınarak başka bir bakanlığa atamış ve bunun üzerine bakanlık görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır.
Yolsuzluk tartışmaları ekseninde yapılan seçimlerde 57. hükümetin üç koalisyon partisi de vatandaşlar tarafından cezalandırılarak meclis dışına itilmiştir.
Seçimler sonucu yeni oluşturulan 58. Hükümetin önerisi ile TBMM bünyesin de oluşturulan “Yolsuzlukları, Nedenlerini Araştırmak” amacıyla kurulan komisyonun bugünlerde sonuçlanan çalışmaları da dikkatleri Yolsuzluk kavramı üzerine çekmiştir.
Bununla birlikte yüce divana gönderilen biri Başbakan olmak üzere 7 bakan hakkında yapılan yargılamalar sonucu, tamamının beraat etmiş olması, yolsuzlukla mücadele edilebileceğine dönük inancı ciddi biçimde sarsmıştır.
Son olarak, 17 Aralık 2014 tarihinde mevcut hükümetin 4 Bakanının çocuklarına yapılan operasyonlar sayesinde yolsuzluk konusu, tekrar ülke gündemimizin ilk sıralarına oturmuştur. Hatta 30 Mart 2014 seçimleri yolsuzluk tartışmaları ekseninde gerçekleşmiştir.
Yaşanan bu olaylar sonucu, “Hortumculuk”, “Tapınak Şövalyeleri”, “Nüfuz Casusları”, “Ali Dibo Şirketleri”, “Kravatlı Hırsızlık”, “Beyaz Yaka Suçları” gibi yolsuzluk içerikli yeni kavramları da tanıma fırsatı bulduk.
Dünya ekonomisinin globalleşmesi, gümrük duvarlarının kaldırılması, birçok kapalı ekonomiyi açık hale getirmiş, uluslararası piyasalar, teknoloji ve iletişimin gelişmesi neticesinde dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşanan bir ekonomik kriz tüm ülke ekonomilerini doğrudan etkiler hale gelmiştir. Hatta uluslararası para fonları, sermaye piyasalarımızda yaptıkları finans oyunları ile borsamıza olan güveni bile yok edebilmektedirler.
Küreselleşme ile birlikte suç ve suç alanları da değişmiş, yeni suç ve suç grupları da ortaya çıkmıştır.
Organize suç örgütleri ve çeteler, gayri meşru bir güç olarak ülke bürokrasisini, kolluk güçlerini, iş dünyasını, medya ve iletişim araçlarını kontrolleri altına alarak, ülke siyasetinde ve yönetiminde söz sahibi olmaya başlamışlardır.
Ülke ekonomileri için asıl olan, kalkınmanın yasal kaynaklarla sağlanmasıdır. Son yıllarda ülke ekonomilerini ele geçirmeye başlayan bu tür örgütlü mali suçlar, uluslararası bir boyut kazanmıştır. Uluslararası uyuşturucu trafiği, mafyanın uluslararası bağlantıları ve uluslararası kara para fonları gibi kavramlar mali ve organize suçların da küreselleştiğini göstermektedir.
Günümüzde genel anlamıyla yasalara aykırı her türlü faaliyetten elde edilen paraya uluslararası literatürde kara para denmektedir. Uluslararası kara para miktarı öyle büyük boyutlara ulaşmıştır ki; dünyaca Ünlü “The Economist” dergisinde çıkan bir yazıda önlem alınmaz ise 2020 yılında ABD Başkanını mafya seçtirecek dedirtmiştir. Walt Street Journal Gazatesinde çıkan bir makaleye göre “dünya üzerindeki karapara miktarı 700-800 milyar dolar” olarak tahmin edilmektedir. IMF’nin Uluslararası Mali İstatistikler Departmanı ise dünyadaki karapara miktarını 1 Trilyon dolar olarak bildirmektedir.
Ülkemizin son 20 yıldır savaştığı ve çok büyük paralar harcadığı daha önemlisi binlerce insanını kaybettiği terör belası, 11 Eylül 2001 tarihinde çirkin ve acımazsız yüzünü ABD’de göstermiştir. Son olarak dünyanın gelişmiş sekiz ülkesi olarak bilinen G-8 lerin toplantısı öncesi demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere de 08.07.2005 tarihinde meydana gelen dört ayrı bombalama olayı terörün sınır tanımadığını göstermiştir.
Bugün için artık kesinleşmiştir ki; dünyada yükselen terör dalgasının gerisinde uyuşturucu trafiği ve her türlü yasadışı yollardan elde edilen kara parayı aklamak için oluşturulan ve uluslararası bağlantıları bulunan organize suç örgütleri bulunmaktadır.
Öteden beri kamu kaynaklarının yasa dışı yollarla birilerine haksız kazanç olarak aktarılması olarak algılanan yolsuzluk, dev ölçekli dünya şirketlerinde de kendini göstermeye başlamıştır.
ABD nin dev şirketlerinden ENRON firmasındaki yolsuzluk, Parmalat Şirketinde yaşanan yolsuzluklar, Worldcom Yolsuzluğu, Xerox Vakası, Citygroup ve W.J.P. Morgan Bankaları ile Merrill Lynch ve National Westminster Bankalarında meydana gelen yolsuzluklar kamu yolsuzluklarını bile gölgede bırakacak boyutlara ulaşmıştır.
Uluslararası alandaki bu gelişmelerden ülkemizde fazlasıyla nasibini almaktadır. TMSF bünyesine alınan batık bankalar, ve her hükümetler döneminde yaşanan yolsuzluk iddiaları gündemden hiç düşmemektedir. Yakın tarihimizde şirketler tarafından yapılan hayali ihracatlar, hak edilmeyen ve gereği yerine getirilmeyen devlet teşviklerinden sağlanan haksız kazançlar, bankerlik skandalları, gurbet holdingleri yolsuzlukları ile yolsuzluk konusunda dünyadan geri kalmadığımız sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Uluslararası alanda da çok önemli kuruluşların çalışmalarına konu olan yolsuzluk, toplumların güvenliğini ve istikrarını tehlikeye düşüren, siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmeyi tehdit eden, demokratik ve ahlaki değerleri zayıflatan bir kavram olarak karşımıza çıkmakta olup, toplumların çözmesi gereken en büyük problem olarak kabul edilmektedir.
Şimdiye kadar Türkiye’nin iç ve dış tehdit algılamalarında ilk sıraları bölücü terör, irticai hareketler ve komşu ülkelerle yaşanılan, kökleri tarihe dayanan olayların oluşturduğunu görmekteydik. Bugün ise yaşanılan ekonomik krizlerle beraber yaşanan yolsuzluk ve yoksulluk milli birlik ve bütünlüğümüzü tehdit eden, önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemizin içinde yaşadığı ekonomik ve sosyal krizin nedenlerini inceleyenler, bu gün için krizin en önemli sebebini, devlet kaynaklarının hiç kural tanımadan, bürokrat, siyasetçi ve iş adamından oluşan çetelerce hortumlanmasına ve kamu harcamalarındaki savurganlığın en üst seviyelere ulaşmış olmasına bağlamaktadır. Gelinen noktada, yolsuzluk sorunu hukuk devletinin ve adaletin yara almasına sebep olduğu gibi, toplumdaki güven ve huzuru da yok etmektedir.
Özellikle son yirmi yıldır ülkemizde uygulanan ekonomik politikalardaki yanlışlık ve başarısızlık, yoksulluğun artmasına yol açmış, bununla birlikte siyasi ve ahlaki yozlaşmanın da etkisiyle yolsuzluk gibi, toplumsal kanser olarak adlandırabileceğimiz büyük bir sorunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Bunun sonucu olarak; ülkemizde kayıt dışı ekonomi kayıtlı ekonomiden büyük hale gelmiş ve vergi kaçırmak mükelleflerin ve gençlerin beyinlerinde mubah olarak görülmeye başlanmıştır.
İnsanımız, özünde gizli bir vergileme olan ve ülkemizde uzun yıllar devam eden yüksek enflasyon ortamında, yüksek oranlarda ödenen vergilerin birilerine batık kredi olarak gittiğini ve usulsüz ihalelerin finansmanı için toplandığı kanaatine varmıştır. Bu durum karşısında vergi konusunda bile toplumsal bir direnç oluşmuştur.
Hatta ülkemizde yaşanan bu tür yolsuzluk olayları bizlerin, “Tapınak Şövalyeleri” ve “Nüfuz Casusları” kavramlarıyla, tanışmasına da yol açmıştır. Kamuoyunun yeni tanıştığı kavramlardan Nüfuz Casusu ile anlatılmak istenen şey “işadamlarının kamu kurumları içindeki işbirlikçileridir”. Ankara Ticaret Odası Başkanı ise bu kişileri kamuda, çalışanların ayrıldıkları yerlerle iş yapan özel sektör kuruluşlarında iki yıl süreyle görev alamayacaklarına dair yasal hüküm olmasına rağmen bu kuruluşlara tepe yöneticisi olan kişiler olarak açıklamış ve tek tek isimlerini saymıştır.
Eski İçişleri Bakanı, 4 Nisan 2001 tarihinde bir televizyon programında Tapınak Şövalyeleri ile “ekonomik gücü ele geçirmek için bürokraside, siyasette, iş dünyasında ve medyada oluşan gizli örgütlenmeyi” kast ettiğini söylemiştir. En üst seviyedeki bir yetkilinin ağzından duyduğumuz bu ifadeden anlaşılacağı gibi yolsuzlukla mücadele oldukça zor, ancak mutlaka başarılması gereken bir savaş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bu gelişmeler sonucu, bugün için ülkemizde kişisel çıkarları milli menfaatlerin önüne koymak, kapalı kapılar ardında ihale pazarlığı yaparak, iş takibi yapmak, rüşvet ve kayırmacılık, haksız zenginleşme ve köşeyi dönme, iş bilirlik olarak görülüp, toplum tarafından takdir edilirken, alın teriyle dürüst bir şekilde geçimini temin etmeye çalışmak ise beceriksizlik olarak görülmeye başlanmıştır.
Yıllarca “benim memurum işini bilir”, mantığının hakim olduğu “yapanın yanına kâr kalıyor”, şeklinde hazin ve düşündürücü tekerlemelere konu olan ve söylene, söylene çocukların ve gençlerimizin beyinlerine işleyen bu sözler sonucu ne yazık ki bu gün için, yolsuzluk neredeyse bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Bu gün devlet dairelerinde rüşvete bahşiş denmekte ve bahşiş ödemeyenlerin işleri ise yapılamaz ya da geciktirilir hale gelmiş bulunmaktadır.
En ufak bir selde müteahhit hatası ve malzemeden çalmaktan dolayı yıkılan köprüler, düşük şiddetli bir depremde yıkılan kamu binaları, hafif bir fırtınada yıkılıp çocuklarımızın ölümüne sebep olan okul çatıları ve yapıldıktan kısa bir süre sonra çöken yollarımız denetimsizlik ve “devletin malı deniz…” sözüne verilebilecek çarpıcı ve somut örneklerdir.
Nihayet, yolsuzluğun yüce meclisin çatısından içeri girerek milyarlık koltuklara bulaşması, toplumumuzun bu yüce kuruma olan saygısı ve güvenini derinden sarsmıştır.
Yargı sistemimizdeki eksiklik ve yetersizlikler ile ülkemizi yönetenlerin vurdum duymazlıkları, toplumumuzda artık bu tür yolsuzlukların “yapanın yanına kar kalacağı” kanaatini oluşturmuştur.
Ne yazık ki toplumumuzda bu durumun tepki yaratması ve infial oluşturması gerekirken bu oluşmamış, bunun aksine yaşanan suskunluk yolsuzluğu teşvik eder bir hal almıştır.
Yaşanan bu süreç sonucu toplum, yolsuzluk içerikli Hortumculuk, Tapınak Şövalyeleri, Nufuz Casusları, Ali Dibo Şirketleri gibi bir takım yeni kavramlarla tanışmıştır.
Bize göre asıl tehlike Hortumcular değil, yaşanan bu sürece olması gereken Sivil tepkiyi vermeyen hatta yapanları takdir eden toplumsal yapıda ki bozulmadır. İşte bu noktada bu çalışmamız da bizde yeni bir kavram ortaya atıyoruz. PİPETÇİLİK.
Yaşanan süreçler sonucunda, toplumsal tepkisizlik bir yana eline fırsat geçen herkes hırsızlık yapabilecek hale gelmektedir. Bu gün için çevremizi şöyle bir kontrol edersek, kapıcımız, trafik ışıklarında ki para isteyen çocuklar, şehirdeki otopark eşkıyaları, devlet dairelerinde ki çok küçük bedellere kadar inen rüşvetler, ilk öğretim okullarına kadar inen haraç çeteleri, babasından kalan emekli maaşını almak için kocasından bile boşanan kadınlar, yeşil kart başta olmak üzere sağlık sistemimizde ki küçük ölçekli ama çok sayıda ki yolsuzluklar vb. bütün olaylar sonucu kendilerince küçük çaplı olduğu için mubah olarak görmek suretiyle haksız kazanç elde edenlere ise biz PİPETÇİ demekteyiz.
Onlarca binlerce olan ve tek tek belirleyemeyeceğimiz bu PİPETÇİ’ lerin kazançları ise onlarca Hortumcuya bedel olacak rakamlara doğru hızla yol almaktadır. Kanımca asıl tehlike de buradadır.
Yıllardır yüksek enflasyon ortamında yaşayan ülkemizde, son yıllarda üst üste yaşadığımız ekonomik krizler sonucu, önce ticari ahlak etkilenmiş, verilen sözlerin yerine getirilememesi ve borçlanma anlayışının değişmesi, beraberinde pek çok yüksek değerleri de aşındırmıştır. Bu durum, ahlaki yozlaşmanın ve bunun sonucu olan bozulma, çürüme ve aşınma olarak tanımlanan yolsuzluğun temel nedenlerinden belki de en önemlisidir.
Bu nedenle geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın eğitimlerinde; temel hak ve hürriyetleri, yasalar karşısındaki sorumlulukları, topluma zarar vermeyecek hal ve hareketleri, kamu malına en az kendi malı kadar önem vermeyi, insani ilişkiler gibi hususların müfredat programlarında açık ve çarpıcı bir biçimde yer almasını sağlayarak, kaybetmekte olduğumuz seciyelerin tekrar toplumda hakim olmasını biran önce temin etmek zorundayız.
Kısaca derhal Pipetçiliğin önüne geçecek sosyolojik tedbirleri biran önce almalıyız.
Devlete hakim olan zihniyet ve kadrolar, yolsuzlukla mücadeleyi milli bir mesele gibi görmedikçe, yolsuzluğun temel sebeplerini ortadan kaldıracak tedbirleri kararlılıkla almadıkça, yolsuzluk hastalığından tamamen kurtulmak da mümkün olamayacaktır.
Bunun için ülkeyi yönetmeye aday olan siyasetçiler ile bürokratların, yolsuzlukla mücadelenin önemini anlayan, bu konuda uluslararası literatürü takip eden, hakkın hukukun kısacası adaletin milli birlik ve bütünlük açısından en önemli unsur olduğunu kavrayan, Misyon ve Vizyon sahibi kişilerden oluşması gerekmektedir.
Yolsuzluklar ve usulsüzlüklerin kamuoyunu sürekli meşgul etmesine karşın, bu konularda somut bir şeylerin ortaya konulamaması, temiz siyaset – temiz yönetim beklentilerini boşa çıkarmakta, siyasetin yozlaşmasına ve toplumsal değerlerin aşınmasına sebep olmaktadır.
Türkiye siyasetinde, milletvekilliği ve belediye başkanlığı adaylık süreci, seçim sistemindeki anti demokratik düzenlemeler ve uygulamalar nedeniyle, adayları siyasi yarıştan ziyade, yüksek harcama yaparak seçilme yarışına sokmaktadır. Bu durum, adaylarının ilkeli ve projeci siyaset anlayışını önemsememesine yol açmaktadır. Bu da yolsuzluğa zemin hazırlamakta, milletvekili ve belediye başkan adaylarını, seçilmeleri döneminde kaynak temin ettikleri kişilere bağımlı hale getirmektedir.
1991 Genel seçimlerinin temel konusu yolsuzluklar olmuş, çok büyük yolsuzluk dosyalarından söz edilmiş ve bunun ardından kurulan 49. hükümette bir Devlet Bakanı “yolsuzluklarla mücadele”den sorumlu olarak görevlendirilmiştir.
Ancak, bu bakanlık da daha sonraki hükümetler tarafından yolsuzlukla suçlanmıştır. Kurulan diğer hükümetlerinde yolsuzlukla mücadeleye gereken önemi vermemeleri nedeniyle, bu konuda herhangi bir düzenleme veya icraat yapılamamıştır.
- Hükümet döneminde yapılan yolsuzluk operasyonlarından ise kamuoyu, yolsuzlukla mücadele edileceğine dair büyük beklentilere girmiş olmakla beraber, İçişleri Bakanının istifa etmek zorunda kalması ve bazı bürokratların görevden alınamaması ve siyasiler hakkında verilen Gensoru ve Meclis Soruşturmalarından sonuç alınamaması, hayal kırıklığına yol açmıştır.
Anayasamızın 100. ve TBMM İç Tüzüğünün 107-113. maddelerinde “ceza önsoruşturması” niteliğinde denetimsel bir kurum olarak düzenlenen “Meclis Soruşturması”, bu hukuki niteliğinden çıkarılıp adeta siyaset arenasındaki düellolarda kullanılan bir silah haline getirilmiştir.
Başbakanlar ve Bakanlar hakkında ağır ithamları içeren çok sayıdaki soruşturma önergeleri, siyasi partiler arasında bir “önergeler savaşı”na dönüşmüş ve rejimin teminatı olması gereken siyasi partiler, giderek bir “kan davası”na itilmiştir. Bu soruşturmalar, hükümetin ve TBMM’nin zamanının büyük bir kısmını işgal etmiş, siyasi istikrarın zaafa uğramasının nedenlerinden biri olmuş ve önemli yasaların çıkmasını da engellemiştir.
Sonuç ta yolsuzluklarla mücadele etmek yerine, karşılıklı aklama anlaşmaları ile siyasi malzeme aracı olarak kullanılmaktan öteye gidilmemiştir.
Son olarak, 58.Hükümetin önerisi ile TBMM bünyesin de oluşturulan Ülkemizdeki Yolsuzlukları, Nedenlerini ve Çözüm Önerilerini Araştırma Komisyonu çalışmalarını tamamlamış ve 57. Hükümetin Başbakanı ve yardımcıları dahil neredeyse tüm Bakanları Hakkında Meclis Soruşturması açılmasını istemiştir. Bu durum beraberinde yeni tartışmaları getirmiş ve özellikle Büyük şehir Belediyeleri ile ilgili yolsuzluk iddialarının araştırılmaması nedeniyle komisyona sert eleştiriler yapılmıştır.
Keza anılan komisyonun çalışmaları sonucunda Yüce Divan’a sevk edilen siyasilerin burada yapılan yargılamaları sonucu tamamının beraat etmesi de yolsuzlukla mücadele konusundaki inancında zayıflamasına yol açmıştır.
Kanımızca Yolsuzluk ile Mücadele de Siyasi Otorite yalnızca yasa koyucu yönüyle yer almalıdır. Yoksa ülkemizde sık sık yaşandığı üzere her seçim sonrası yeni Yolsuzluk Komisyonları kurulacak ve önceki dönem tekrar yolsuzluk ile suçlanacaktır. Bunun için Yolsuzlukla mücadele tarafsız ve özerk kurumlar vasıtasıyla yapılmalıdır. Yoksa siyaset kurumuna ve siyasetçiye olan güven zedelenmektedir. Bu durum da ise toplumsal aynamız olan TBMM deki yansımalar vatandaş nezrin de daha da büyük ve yanlış boyutlara ulaşmaktadır.
Bu nedenle bu günlerde gelir ve servetlerini artırmanın yolunu devlete yanaşmakta bulan ve ter akıtmak yerine başkasının sırtından geçinmeyi, köşe dönmeyi erdem sayan insanların çoğunlukta olduğu bir toplum haline geldik. Dolayısıyla toplumumuz büyük bir ahlaki erozyon yaşamaktadır.
Şimdiye kadar, yolsuzluk ve rüşvet denildiğinde, akla sadece bir iki kurum ve kuruluş gelirken, bu gün için, Devlet Tiyatroları, Türk Dil Kurumu, Üniversiteler gibi; ilimin, sanatın, iyiliğin, güzelliğin, eğitiminin yapıldığı ve toplumsal kültürümüzün oluşmasına yol açan kurumlarda da yolsuzluklara rastlanır olması olayın boyutları açısından oldukça düşündürücüdür.
Cumhuriyetimizin kurucusu yüce ATATÜRK “çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybederler” diyerek yıllar öncesinden gelecekte milletimizi bekleyen en büyük tehlikenin bugün yaşamakta olduğumuz üretmeden, çalışmadan nasıl olursa olsun, haram helal demeden, köşeyi dönme mantığına kapılmış olan toplum olduğuna dikkatleri çekmek istemiştir.
Biz diyoruz ki; yolsuzluk artık “Milli Birliğimizi ve Bütünlüğümüzü” tehdit eder hale gelmiştir. Bu nedenle çok geç kalmadan yolsuzlukla mücadele için ne gerekiyorsa kararlılıkla yapılmalıdır.
Sonuç olarak, toplumsal hayatımızın her alanında yaşanılan yolsuzluk, siyasal yaşam, milli kültür ve bürokratik yapılanmada ahlaki bir çöküntüye yol açmıştır. Ülkemizde bu gün yaşanan “ekonomik kriz”in bize göre en önemli sebebi de, bireylerde ve toplumda oluşan bu ahlaki çöküntü ve güven bunalımıdır.
Devlete ve hükümete olan bu güvensizlik sonucu, vatandaşlar yatırımlarını dövize ve altına yönlendirerek, birikimlerini ekonomik sistem içindeki bankalara yatırmamış ve yastık altında muhafaza etmeye başlamışlardır.
Alman Merkez Bankasının ülkemizde yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye’deki yastık altındaki Alman Markı miktarının, Almanya’daki tedavüldeki paradan bile çok yüksek olduğunu göstermiştir.
Yolsuzluklar bir taraftan, hukuk devleti ilkesini temelden zedelemekte, diğer taraftan ‘bütün vatandaşlar kanun önünde eşittir’ şeklindeki, Anayasa ilkesini de ortadan kaldırmaktadır.
Bunların yanı sıra yolsuzluklar, siyasi otoriteye duyulan saygıya büyük zarar vermektedir. Siyasi otoritenin halk desteğinden yoksun kalması ise devlet ve milletin yabancılaşmasına neden olmaktadır.
Halbuki Türk Milleti’nin tarihinden itibaren gelen en büyük seciyesi, devlet kavramına olan bağlılığı ve saygısıdır. Yaşadığımız olaylar sonucu en önemli tehlike bize göre bu seciyenin sorgulanır hale gelmesidir. Yıllarca dış mihrakların yıkmak isteyip de yok edemediği bu kavram ne yazık ki yaşanılan yolsuzluklar nedeniyle, “artık tuzun da kokmaya başlaması” dan dolayı kendiliğinden sorgulanır hale gelmiştir.
Bugün için yolsuzlukla mücadele tek başına hiçbir kuruma veya kuruluşa bırakılamayacak kadar önemli bir husustur. Başarıya ulaşmak için demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan, Yasama, Yürütme, Yargı erklerinin yanı sıra medya ve sivil toplum kuruluşlarının hep birlikte, milli bir mutabakat çerçevesinde mücadele etmesi gerekmektedir.
Bu nedenle yolsuzlukla mücadeleye, milli birlik ve bütünlüğümüzün korunması açısından geç kalınmadan bir an önce başlanmalı, gerekli yasalar öncelikle çıkarılmalı, bürokratik sistem bir an önce yeniden yapılanmalı ve yolsuzlukla mücadele için şart olan toplumsal destek de biran önce sağlanmalıdır.
Bu suret ile İsmet İnönü’nün “bir ülkede namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o ülkede kurtuluş yoktur” sözünden hareketle vatansever namuslu insanların cesaretlendirmeleri ve namusluların da en az namussuzlar kadar cesur olmaları ve bu kötü gidişe artık dur demeleri için cesaretlendirilmeleri lazımdır.