YOLSUZLUĞUN TOPLUMSAL YOZLAŞMAYA OLAN ETKİLERİ
Abdullah ÇAVUŞ/E. Vergi Müfettişi
Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe sözlükte, yozlaşmak şöyle tanımlanıyor: “Özündeki iyi nitelikleri birtakım dış etkenlerle zamanla yitirmek, bozulmak, soysuzlaşmak, doğasındaki iyi nitelikleri sonradan yitirmek.” Bir başka tanımda da “bir şeyin, manevi anlamda değer yargılarını, özelliklerini ve niteliklerini yitirmesi, bozulması, dejenere olması ve özünden uzaklaşması”dır, denmektedir.
Toplumları ayakta tutan, onların sürekliliğini sağlayan kültürleridir. Aynı zamanda, Kültür toplumlarının tanımlanmasını, birbirinden farklılaşmasını belirler.
Kültürel değerler bir toplumu oluşturan insanlar için davranış kalıplarını oluşturur. İnsanlar zaman içinde yaşadığı toplumun kültürel değerlerine ve davranış kalıplarına uyum sağlarlar.
Kültürel değerler zaman içerisinde değişirler, değişime uğrarlar. Bu değişim bazen içeriden, bazen dışarıdan gelen etkilerle olur. Kültürel değerlerdeki olumlu değişimler çağdaşlaşma, medenileşme olarak nitelendirilirken olumsuz yöndeki değişimlerde yozlaşma olarak nitelendirilmektedir.
Kültürel değişikliklerin temelinde iki insani değer yatar. Birisi, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmayı içine alan insan sevgisine dayalı hümanist yaklaşım; diğeri de bireyselliğe, kıskançlığa dayalı bencil pragmatist yaklaşımdır. Toplumları yıkmak için önce onların kültürel değerlerini yozlaştırmak, var olan güzel davranışlarını unutturmak, dejenere etmek gerekir.
Toplum içerisinde değer karmaşası oluşması ve zamanla “faydacılığın” her şeyin önüne geçmesi, etik kurallarının uygulanmasını etkiler. Bu durumda “toplumsal yozlaşma” ortaya çıkar.
Toplumda oluşan yozlaşma hayatın her alanını etkisi altına alır.
Günü kurtarma adına yapılan göstermelik çalışmalar, teknolojinin hızla gelişmesi, bireylerin dengesiz ve kötü yaşam koşulları, aşırı hırs, bencil ve açgözlü davranmak, maddi ve manevi tatminsizlik, servet açlığı, ideolojik ya da siyasal ayrımcılık yozlaşmayı tetikleyen nedenlerin başında gelmektedir.
Bilindiği gibi devletin vatandaşlarına sunduğu hizmetler bürokratik kurumlar aracılığıyla sağlanır. Bu kurumlarda, adaletin eşit, hakça ve hızlı dağıtılamaması, parasal gücün hak ve adaletin önüne geçmesi, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, dalkavukluk, yetkileri çıkar karşılığı kötüye kullanma, rüşvet, zimmet, adam kayırmacılık, rant kollama gibi istenmeyen davranışlar toplumdaki yozlaşmanın önemli sebeplerindendir.
Her yöneticinin tarafsız davranması ve politik yöneticilere tarafsız bilgi sunması gerekmektedir. Yöneticilerin politize olması durumunda görev yaptığı kurum politik bir görünüm kazanır, yönetici astları, yöneticiden çok politikayı araç olarak görürler. Sonunda politik ilişki ve kayırma, yönetimsel yeterliliğe üstün tutulur.
Toplumsal yapıda oluşan kültürel bozulma da yozlaşmayı oluşturan önemli unsurlardan biridir.
“Toplumsal yozlaşma” nın önlenmesindeki etkili yollardan biri, “sosyal adalet” in tesis edilmesidir.
“Sosyal adalet”, herkesin hakkının eşitlik ilkesine göre gözetilmesi, adaletin yaygınlaştırılmasıdır.
Giderek artan yolsuzluklar ve yolsuzlukla mücadele konusunda yanmakta olan eksiklik ve başarısızlıklar ile siyasi kayırmacılıklar sonucu YAPANIN YANINA KAR OLARAK KALIYOR ANLAYIŞI toplumda sosyal adalete olan güveni sarsmaktadır.
Ülkemizde 1991 Genel seçimlerinin temel konusu yolsuzluklar olmuş, çok büyük yolsuzluk dosyalarından söz edilmiş ve bunun ardından kurulan 49. hükümette bir Devlet Bakanı “yolsuzluklarla mücadele”den sorumlu olarak görevlendirilmiştir. Ancak, bu bakanlık da daha sonraki hükümetler tarafından yolsuzlukla suçlanmıştır.
Geçmişte birçok örnekleri bulunmakla birlikte özellikle 57. hükümet döneminde, Bayındırlık ve İskan Bakanlığında yapılan “Vurgun Operasyonu”, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında yapılan “Beyaz Enerji Operasyonu” , hayali ihracatla ilgili olarak yapılan “Örümcek Ağı” ve bankacılık alanında yapılan “Kasırga” gibi operasyonlarının, yazılı ve görsel basında ayrıntılı olarak yer alması sonucu yolsuzluk kelimesi günlük yaşantımızda en çok karşılaşılan ve kullanılan kelime olmuştur.
Üstelik bu operasyonların sonucunda ilgili bakanlar da 57. hükümet döneminde görevlerinden istifaen ayrılmak zorunda kalmıştır. Daha sonra da bu operasyonları yapan ekiplerin bağlı olduğu içişleri Bakanı Sadettin TANTAN bu bakanlıktan alınarak başka bir bakanlığa ataması yapılmış ve bunun üzerine görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır.
Yolsuzluk tartışmaları ekseninde yapılan seçimlerde koalisyon hükümetinin üç partisi de vatandaşlar tarafından cezalandırılarak meclis dışına itilmiştir. Seçimler sonucu yeni oluşturulan 58. Hükümetin önerisi ile TBMM bünyesin de oluşturulan “Yolsuzlukları, Nedenlerini Araştırmak” amacıyla kurulan komisyonun bugünlerde sonuçlanan çalışmaları da dikkatleri Yolsuzluk kavramı üzerine çekmiştir. Bununla birlikte yüce divana gönderilen biri Başbakan olmak üzere 7 bakan hakkında yapılan yargılamalar sonucu, tamamının beraat etmiş olması, yolsuzlukla mücadele edilebileceğine dönük inancı ciddi biçimde sarsmıştır.
Son olarak, 17 Aralık 2014 tarihinde mevcut hükümetin 4 Bakanının çocuklarına yapılan operasyonlar sayesinde tekrar ülke gündemimizin ilk sıralarına oturmuştur. Hatta 30 Mart 2014 seçimleri yolsuzluk tartışmaları ekseninde gerçekleşmiştir. Son olarak 4 Bakan hakkında TBMM de soruşturma komisyonu kurulmasına karar verilmiştir.
Yolsuzluk kavramı, son yıllarda ülkemizde kamuoyunun gündeminden hiç düşmemektedir. Yakın tarihimizde hemen hemen her hükümet döneminde yaşanan yolsuzluklar sonucu, yolsuzlukla mücadeleye ve temelinde bu mücadeleyi yapacak olan devleti oluşturan kurumlara olan güvende önemli oranda zedelenmeler yaşanmaktadır.
Yaşanan bu olaylar sonucu, “Hortumculuk”, “Tapınak Şövalyeleri”, “Nüfuz Casusları”, “Ali Dibo Şirketleri”, “Kravatlı Hırsızlık”, “Beyaz Yaka Suçları” gibi yolsuzluk içerikli yeni kavramları da tanıma fırsatı bulduk.
Kamuoyunun yeni tanıştığı kavramlardan Nüfuz Casusu ile anlatılmak istenen şey “işadamlarının kamu kurumları içindeki işbirlikçileridir”. Ankara Ticaret Odası Başkanı ise bu kişileri kamuda, çalışanların ayrıldıkları yerlerle iş yapan özel sektör kuruluşlarında iki yıl süreyle görev alamayacaklarına dair yasal hüküm olmasına rağmen bu kuruluşlara tepe yöneticisi olan kişiler olarak açıklamış ve tek tek isimlerini saymıştır.
Eski İçişleri Bakanı, 4 Nisan 2001 tarihinde bir televizyon programında Tapınak Şövalyeleri ile “ekonomik gücü ele geçirmek için bürokraside, siyasette, iş dünyasında ve medyada oluşan gizli örgütlenmeyi” kast ettiğini söylemiştir. En üst seviyedeki bir yetkilinin ağzından duyduğumuz bu ifadeden anlaşılacağı gibi yolsuzlukla mücadele oldukça zor, ancak mutlaka başarılması gereken bir savaş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bu gelişmeler sonucu, bugün için ülkemizde kişisel çıkarları milli menfaatlerin önüne koymak, kapalı kapılar ardında ihale pazarlığı yaparak, iş takibi yapmak, rüşvet ve kayırmacılık, haksız zenginleşme ve köşeyi dönme, iş bilirlik olarak görülüp, toplum tarafından takdir edilirken, alın teriyle dürüst bir şekilde geçimini temin etmeye çalışmak ise beceriksizlik olarak görülmeye başlanmıştır.
Yıllarca “benim memurum işini bilir”, mantığının hakim olduğu “yapanın yanına kâr kalıyor”, şeklinde hazin ve düşündürücü tekerlemelere konu olan ve söylene, söylene çocukların ve gençlerimizin beyinlerine işleyen bu sözler sonucu ne yazık ki bu gün için, yolsuzluk neredeyse bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Bu gün devlet dairelerinde rüşvete bahşiş denmekte ve bahşiş ödemeyenlerin işleri ise yapılamaz ya da geciktirilir hale gelmiş bulunmaktadır.
En ufak bir selde müteahhit hatası ve malzemeden çalmaktan dolayı yıkılan köprüler, düşük şiddetli bir depremde yıkılan kamu binaları, hafif bir fırtınada yıkılıp çocuklarımızın ölümüne sebep olan okul çatıları ve yapıldıktan kısa bir süre sonra çöken yollarımız denetimsizlik ve “devletin malı deniz…” sözüne verilebilecek çarpıcı ve somut örneklerdir.
Nihayet, yolsuzluğun yüce meclisin çatısından içeri girerek milyarlık koltuklara bulaşması, toplumumuzun bu yüce kuruma olan saygısı ve güvenini derinden sarsmıştır.
Yargı sistemimizdeki eksiklik ve yetersizlikler ile ülkemizi yönetenlerin vurdum duymazlıkları, toplumumuzda artık bu tür yolsuzlukların “yapanın yanına kar kalacağı” kanaatini oluşturmuştur.
Ne yazık ki toplumumuzda bu durumun tepki yaratması ve infial oluşturması gerekirken bu oluşmamış, bunun aksine yaşanan suskunluk yolsuzluğu teşvik eder bir hal almıştır.
Yaşanan bu süreç sonucu toplum, yolsuzluk içerikli Hortumculuk, Tapınak Şövalyeleri, Nufuz Casusları, Ali Dibo Şirketleri gibi bir takım yeni kavramlarla tanışmıştır. Bize göre asıl tehlike Hortumcular değil, yaşanan bu sürece olması gereken Sivil tepkiyi vermeyen hatta yapanları takdir eden toplumsal yapıda ki bozulmadır. İşte bu noktada bu çalışmamız da bizde yeni bir kavram ortaya atıyoruz. PİPETÇİLİK.
Yaşanan süreçler sonucunda, toplumsal tepkisizlik bir yana eline fırsat geçen herkes hırsızlık yapabilecek hale gelmektedir. Bu gün için çevremizi şöyle bir kontrol edersek, kapıcımız, trafik ışıklarında ki para isteyen çocuklar, şehirdeki otopark eşkıyaları, devlet dairelerinde ki çok küçük bedellere kadar inen rüşvetler, ilk öğretim okullarına kadar inen haraç çeteleri, Babasından kalan emekli maaşını almak için kocasından bile boşanan kadınlar, yeşil kart başta olmak üzere sağlık sistemimizde ki küçük ölçekli ama çok sayıda ki yolsuzluklar vb. bütün olaylar sonucu kendilerince küçük çaplı olduğu için mubah olarak görmek suretiyle haksız kazanç elde edenlere ise biz PİPETÇİ demekteyiz.
Onlarca binlerce olan ve tek tek belirleyemeyeceğimiz bu PİPETÇİ’ lerin kazançları ise onlarca Hortumcuya bedel olacak rakamlara doğru hızla yol almaktadır. Kanımca asıl tehlike de buradadır.
Yıllardır yüksek enflasyon ortamında yaşayan ülkemizde, son yıllarda üst üste yaşadığımız ekonomik krizler sonucu, önce ticari ahlak etkilenmiş, verilen sözlerin yerine getirilememesi ve borçlanma anlayışının değişmesi, beraberinde pek çok yüksek değerleri de aşındırmıştır. Bu durum, ahlaki yozlaşmanın ve bunun sonucu olan bozulma, çürüme ve aşınma olarak tanımlanan yolsuzluğun temel nedenlerinden belki de en önemlisidir. Bu nedenle geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın eğitimlerinde; temel hak ve hürriyetleri, yasalar karşısındaki sorumlulukları, topluma zarar vermeyecek hal ve hareketleri, kamu malına en az kendi malı kadar önem vermeyi, insani ilişkiler gibi hususların müfredat programlarında açık ve çarpıcı bir biçimde yer almasını sağlayarak, kaybetmekte olduğumuz seciyelerin tekrar toplumda hakim olmasını biran önce temin etmek zorundayız.
Kısaca derhal Pipetçiliğin önüne geçecek sosyolojik tedbirleri biran önce almalıyız.
Gelir ve servetlerini artırmanın yolunu devlete yanaşmakta bulan ve ter akıtmak yerine başkasının sırtından geçinmeyi, köşe dönmeyi erdem sayan insanların çoğunlukta olduğu bir toplum haline geldik. Dolayısıyla toplumumuz büyük bir ahlaki erozyon yaşamaktadır.
Şimdiye kadar, yolsuzluk ve rüşvet denildiğinde, akla sadece bir iki kurum ve kuruluş gelirken, bu gün için, Devlet Tiyatroları, Türk Dil Kurumu, Üniversiteler gibi; ilimin, sanatın, iyiliğin, güzelliğin, eğitiminin yapıldığı ve toplumsal kültürümüzün oluşmasına yol açan kurumlarda da yolsuzluklara rastlanır olması olayın boyutları açısından oldukça düşündürücüdür.
Her türlü toplumsal sözleşme,öncelikle bir ahlaki değerler manzumesine dayanmalıdır. Bunun yanında adalet kavramının da yapılan toplumsal sözleşmenin mutlaka işleyen bir unsuru olmasına da dikkat edilmelidir. Ancak unutulmaması gerekir ki ,insanlar adalet duygusuna sahip olmalarının yanı sıra adaletsizlik ve yanlış yapma duyguları da insanlara özgü duygulardır. Bu nedenle toplumsal adalet ve ahlakın sağlanması için toplumsal yapıyı idare edecek demokratik bir otoriteye ihtiyaç bulunmaktadır.
Yolsuzluk her şeyden önce hukuk sistemine ve devlete olan güveni azaltmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da bireylerin tüm alanlarda kuralları çiğneme eğilimleri güçlenmektedir. Sosyal açıdan diğer önemli bir nokta yolsuzlukla birlikte ahlaki normların ve değerlerin çöküntüye uğramasıdır. Bundan hem bugünkü hem de gelecekteki kuşaklar etkilenmektedir. Yeni kuşaklar tarafınca mevcut durum veri olarak alınıp normal düzenin bu olduğu kanısı hakim olabilmektedir.
Yolsuzluklar sonucu hukuk sistemine ve devlete olan güvenin zayıflaması sonucu vatandaşlar nezrin de yolsuzluk alması gereken tepkiyi alamadığı gibi yolsuzluk yapanlar takdir edilir hale gelmektedir. Bu durum da toplumun yapısında sağlıksız gelişmeler meydana getirmektedir. Toplumda birtakım insanların çalışmadan kazanmaları ve bunu devletin kaynaklarını kullanarak yapmaları ve bu kişilere gerekli cezai müeyyidelerin uygulamaması sonucunda yargıya,yürütmeye ve siyasetçiye olan güvenin sarsılmasının yanı sıra toplumsal ahlakta da bozulmalar meydana gelmektedir. Bunun sonucunda siyaset ve kamu yönetiminde de ahlaki zafiyetler oluşmakta ulusal ve uluslararası toplumda ise millet olarak ve birey olarak onurumuz zedelenmektedir.
Özellikle son yirmi yıldır ülkemizde uygulanan ekonomik politikalardaki yanlışlık ve başarısızlık, yoksulluğun artmasına yol açmış, bununla birlikte siyasi ve ahlaki yozlaşmanın da etkisiyle yolsuzluk gibi, toplumsal kanser olarak adlandırabileceğimiz büyük bir sorunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Üstelik bu hastalık bulaşıcı olup toplum sağlığı ve güvenliği açısından mutlaka tedavi edilmesi gerekmekte olan bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır.
Oysa Ahlak evrensel, Kişi Onuru ise bireysel kavramlardır. Ahlak tüm insanlığa karşı üstlenmemiz gereken yükümlülükler bütününden ve paylaşmak istediğimiz ortak değerlerden oluşmaktadır. Onur ise , insanın haklarına titizlikle sahip çıkmasını ve sorumluluklarını erdemli bir biçimde üstlenmesini gerektirir.
Yolsuzluk ve rüşvet , hemen hemen bütün ahlak sistemlerinde, kötü, haram ve çirkin olarak tanımlanmış ve bu gibi davranışlarda bulunanlara müeyyideler uygulanması öngörülmüştür. Yolsuzlukların önlenmesinde, ahlakın ve moral değerlerin önemli olduğu konusundaki yaklaşım çok öncelere dayanmaktadır. Bu yaklaşıma göre kişilerin kendi kendilerini denetlemeleri sağlanabilirse , hiçbir şekilde hukuka aykırı bir durum ortaya çıkmayacaktır.
Ülkemizde bu durumun özellikle 1980 sonrasında sağlanamaması sonucunda , hukuk devletinden önemli sapmalar meydana gelmiş, bu sapmalar, demokrasinin yozlaşmasına yol açmış, sonunda, hukuk kuralları ve kamu yararı yerine, rüşvet ve yozlaşma tüm topluma egemen olmuştur.
“Herkesin” rüşvet aldığı” bir yapı içinde, birey ile sistem arasında bir kısır döngü oluşmakta, bireyler sistemi, sistem de bireyleri besler hale gelmektedir.
Sonuç olarak, bugün Türkiye, başta politikacılar olmak üzere, herkesin rüşvet aldığı, rüşvetin günlük yaşamda “normal” bir uygulama olduğu, insanların politikaya “köşeyi dönmek” için girdiği ve rüşvet alarak”köşeyi döndüğü” ve rüşvet alanların, aldıkları rüşvetlerin yanlarına kâr kaldığı bir ülke halini almıştır.
Bütün bu gelişmeler sonucu en büyük insani değer olan “SEVGİ” yi hayatımızdan çıkarıp nefret toplumu haline gelmeye başlamış bulunmaktayız. Bu gün için insanımızın hayatından sevgi kovulmuş olup bunun yerine para devreye girmiştir. Artık para için çalışan, para için yaşayan, para için okuyan ve mesleğini para için belirleyen bir toplum olduk. Bu hale gelmemizde “benim memurum işini bilir” söyleminin yanı sıra “ben zengini severim” diyen politikacıların 1980 sonrası ülkemizde uyguladığı politikalar sonucu hızla bireyselleşen ve üretmeden tüketmeye alışmış bir toplum haline getirilmemiz önemli rol oynamıştır.
Bütün bunlara rağmen bir dönem aslen Türk Milleti tarihi ve dini dokusunun etkisiyle olsa gerek “ Temiz toplum, temiz siyaset” söylemini toplumsal bir söylem haline getirmiş ve bu uğurda ülke çapında da büyük katılımlı eylemler de yapılmıştır. Ancak üst üste yaşanan ekonomik krizler nedeniyle insanımız geçim sıkıntılarından dolayı içine kapanmış, yolsuzluk konusunda bir dönem yoğun olar yapılan operasyonlardan sonuç alınamamış olmasının yanı sıra, bu uğurda mücadele verenlerin de bazı güçler tarafından yalnız bırakılmasıyla bu konudaki ümitlerini yitirme noktasına gelmiştir.
Yolsuzluklar bir taraftan, hukuk devleti ilkesini temelden zedelemekte, diğer taraftan ise ‘bütün vatandaşlar kanun önünde eşittir’ şeklindeki, Anayasa ilkesini de ortadan kaldırmaktadır. Bunların yanı sıra yolsuzluklar, siyasi otoriteye duyulan saygıya büyük zarar vermektedir. Siyasi otoritenin halk desteğinden yoksun kalması ise devlet ve milletin yabancılaşmasına neden olmaktadır.
Halbuki Türk Milleti’nin tarihinden itibaren gelen en büyük seciyesi, devlet kavramına olan bağlılığı ve saygısıdır. Yaşadığımız olaylar sonucu en önemli tehlike bize göre bu seciyenin sorgulanır hale gelmesidir. Yıllarca dış mihrakların yıkmak isteyip de yok edemediği bu kavram ne yazık ki yaşanılan yolsuzluklar nedeniyle, “artık tuzun da kokmaya başlaması” dan dolayı kendiliğinden sorgulanır hale gelmiştir.
Esasen, “neme lazımcı” ve “gidene ağam gelene paşam” diyen toplumlarda, haksızlığa ve ahlaksızlığa karşı çıkılması da pek mümkün değildir.
Cumhuriyetimizin kurucusu yüce ATATÜRK “çalışmadan, yorulmadan,üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, ve daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybederler” diyerek yıllar öncesinden gelecekte milletimizi bekleyen en büyük tehlikenin bugün yaşamakta olduğumuz üretmeden , çalışmadan nasıl olursa olsun ,haram helal demeden, köşeyi dönme mantığına kapılmış olan toplum olduğuna dikkatleri çekmek istemiştir.